9 Ocak 2008 Çarşamba

Hazır giyim üretiminde Avrupa'da ikinci, dünyada üçüncü olan Türkiye, dünya markası olma sıkıntısı yaşıyor / KOBİ, direkt müşterisi varsa marka olmalı


Türkiye'nin en büyük sanayii konumunda olan hazır giyim sektörü, üretimde Avrupa'da ikinci, dünyada ise Çin ve İtalya'dan sonra üçüncü sırada yer alırken, üretimde hızı, fiyatı ve kalitesi ile bir marka olmuş durumda. Ancak sektörde kalıcı olmanın ve ayakta kalabilmenin yolu, dünyada gittikçe artan rekabet, değişen tüketici anlayışı ve yeni trendler nedeni ile dünya markası olmaktan geçiyor.

İstanbul Kültür Üniversitesi (İKÜ) ve DÜNYA Gazetesi işbirliği ile İKÜ merkez kampusunde bir araya gelen İKÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Güneş Gençyılmaz, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nakkaş, TOBB Hazır Giyim ve Konfeksiyon Sektör Meclisi Başkanı ve Domino Tekstil'in sahibi Umut Oran, Akyiğit Tekstil Konfeksiyon ve Mağazacılık Sanayi Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Akyiğit, Moda Tasarımcıları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bahar Korçan ve TGSD Genel Sekreteri Mehmet S. Kumbaracı, tekstil sektöründe firmaların yüzde 95'inin KOBİ niteliğinde olduğu Türkiye'de, 'KOBİ'ler markalaşmalı mı yoksa markalaşmamalı mı?' sorusuna yanıt aradı. Küreselleşme ile birlikte artan yoğun rekabet koşullarında ayakta kalabilmek için markalaşmanın önemini değerlendiren sektör duayenleri, artık dünyaya ve tüketicisine saygılı, organik ürünler üretebilen markaların yaşayacağını belirterek, Türkiye'nin bir doğal dokuma cenneti olduğunun ve bunu iyi değerlendirmesi gerektiğinin altını çizdi.

Türkiye'nin üretimde zaten bir dünya markası olduğuna dikkat çeken sektör temsilcileri, KOBİ'lerin ürettiği ürünler, direkt müşteriye gitmiyor ise kaliteye, zamanında teslime ve fiyata ağırlık vermesi gerektiğine; ancak direkt müşteriye hitap eden üreticilerin, mutlaka markalaşmaları ve stratejik işbirliğine gitmeleri gerektiğine dikkat çektiler.

Her KOBİ'nin marka olmasına gerek yok

İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Güneş Gençyılmaz: Bugün Türkiye'deki üreticilerin yüzde 95'i KOBİ niteliğinde ve iki çeşit üretim tekniği var. Bir tanesinde sizin ürettiğiniz ürün direkt müşteriye gitmiyor, bir başka organizasyona ya da işletmeye gidiyor. Diğerinde ise konfeksiyon ürünlerinde olduğu gibi, direkt müşteriye hitap ediyor. Burada birinci üretim şeklini kullananlara markalaşmaları tavsiye edilmiyor. Bunların yapacağı şey kaliteli ürün yapmak, fiyatını benzerlerine göre daha uygun seviyede tutmak ve aldığı siparişleri zamanında teslim etmek. Yani bu gruba giren üreticiler için, malını sattığı organizasyonu memnun edecek şeyleri sağlaması, ürününü satması için yeterli. Ama ikinci grup, yani direkt müşteriye hitap eden üreticilerin mutlaka markalaşmaları, stratejik işbirliğine gitmeleri gerekiyor. Markalaşma problemi ile karşı karşıya kalan firmalar da bu yoğun rekabette ancak stratejik işbirliği yaparak gelişebilir.

KOBİ'ler kümelenme kavramını hayata geçirebilirler. Adıyaman Projesi buna güzel bir örnek. Ama kümelenme olayı en az 5-6 yıl sürüyor. Burada işin püf noktası, insanlarda güven duygusunun yaratılmasıdır. Bu da ancak eğitim yolu ile oluyor. Dolayısıyla işbirliği ve kümelenme önemli bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.

Markanın sürekliliği hedefi ve felsefesi olmalı

Moda Tasarımcıları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Bahar Korçan: Aslında Türkiye çok uzun bir süredir marka nedir sorusunu tartışıyor. Bana göre burada hep eksik olan bir şey var. Marka illa ki sıfırdan yaratmış olduğunuz, sadece ismi uyduruk olan ve altı doldurulup kökleri, felsefesi oluşturulmadan yaratılan bir etiket değildir. Bizde uzun süre bu yanlış anlaşıldı. Zannettiler ki bir isim bulup üzerine etiket yapıştırılınca marka olunuyor. Gerçekte marka olmak, çok uzun süreli bir hedefinin olması demektir. Bir vizyonunun, bir felsefesinin olması gerekiyor. Markalaşma diğer üreticilerden farklı bir üretim yapmak demektir. Ve bunun yanı sıra sürdürülebilirliğin olması gerekiyor. Yalnızca tüketici ne istiyor düşüncesi ile hareket edilerek marka yaratılamaz.

Artık Avrupa'da ve özellikle de Kuzey Avrupa'da tüketici anlayışı değişiyor. Tüketiciler daha yerel, daha küçük daha felsefesi olan markalardan almayı tercih ediyor. Artık dünyaya ve tüketicisine saygılı, organik ürünler üretebilen markalar yaşayacak. İşte burada, fiyat tüketici için artık o kadar da önemli olmuyor. Yüzde 20 daha fazla ödemeye razı. Yeter ki ürünler organik olsun. Bu konuda Türkiye inanılmaz bir doğal dokuma cenneti. Bunu iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Ben yıllardan beri böyle bir markanın çıkmasını bekliyorum. Eğer bir KOBİ, iyi bir ürün üretebiliyor ve bunu da sürdürebiliyorsa, kendi içinde zaten bir markadır.

En büyük engel sermaye sıkıntısı

TGSD Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nakkaş: Marka olmak isteyenler, değişimde, yenilikte sürekli önde olabilme çabası içerisinde olmalıdır. Ama marka bugünden yarına değil, büyük bir süreç istiyor ve kalıcı olabilmeyi, sabrı gerektiriyor. En az 10 ila 20 yıl arası bir sürecin projeksiyonunu gerektiriyor. Tabii ki bu, bölgesel ve ulusal marka yaratmak için geçerli olan süreçtir. Eğer uluslararası bir marka olmak istiyorsan bu süre, yalnızca temeli oturtma zamanıdır. KOBİ'ler marka olabilir mi sorusuna gelince. Bugün KOBİ'lerin en büyük sıkıntısı sermaye yetersizliğidir. Doğal olarak sermaye sıkıntısı olan bir işletmenin marka olabilmesi mümkün değil. Çünkü marka bir süreç, marka bir sabırdır. Bu sabrı ve süreci hiçbir KOBİ gösteremez. Dolayısıyla Türkiye'nin şu koşullarında, hiçbir KOBİ marka olamaz. O açıdan öncelikle vizyon, vizyonun olabilmesi için AR-GE ve ÜR-GE çalışmaları, bunun için de sermaye lazım.

Eğitimli bir kitleye sahip olduğunuz müddetçe farklılık yaratabilir yeni yeni projeler geliştirebilirsiniz. Her gün geçtikçe rekabet daha da keskinleşerek korkunç bir boyut almaya başladı. Uluslararası alanda varlığınızı koruyabilmek için bu rekabet koşulları içinde ayakta kalmanız gerekiyor. Peki rekabetçi nasıl olacaksınız? Maalesef maliyetlerin yüksekliği nedeniyle olamıyorsunuz. O zaman ne yapmanız lazım, rekabetçi üstünlükler yapısına sahip olmanız lazım. Bunun için de tedarikçi ülke konumundan, piyasa yapıcı ülke konumuna geçmek zorundayız. Verimliliği, işletmedeki işgücünü artırmak gerekiyor. Bütün bunlar yapıldıktan sonra, talep edilen bir ürün haline gelebilirsin ki bu da markalaşmanın önünü açar. Bugün Türkiye'de marka yok, etiket var. Çünkü markalaşma yolunda çok uzun yatırım ve sabrın yanı sıra ülkenin ortaya koyacağı stratejiler de çok önemli rol oynuyor.

Müşterinin ne istediğini bilmek gerekiyor

Akyiğit Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Akyiğit: Üretim ayağında mağazalara da marka olunabilir. Her şeyi bir mağaza markası gibi algılamamak lazım. İşte KOBİ'lerin çıkmazı burada başlıyor. Bütün KOBİ'ler iş yapış biçimlerini bir marka üzerine kurmak istiyorlar ama markadan beklentileri mal hacmi üzerine olmamalı. Eğer üreticinin kendi iş yapış biçimi müşterisi tarafından iyi bir şekilde algılanıyorsa, zaten o kendi içinde marka olmuştur. Eğer üreticinin markalaşma yolunda bir çalışması olacaksa öncelikle kendisine, 'Kendimi nasıl konumlandırmalıyım?' diye sormalı. Herkes müşteriye aynı şeyi sunarken, birinin bunların içerisinden farklı şeyler sunması gerekiyor. O nedenle KOBİ'ler markalaşmak istiyorsa, 'müşteri ne istiyor, ben neyi sağlarsam müşterimin hayatını kolaylaştırırım' vizyonundan bakması lazım.

Aslında kurtuluş markada değil. Evet Çin bir tehdit oluşturuyor ama markalaşmak bunun kurtuluşu değil. Ülkenin içindeki duruma bakıldığında markalaşmak önemli ama bu bir mağaza markası olsun anlamında değil. Kurumsallaşma, bir bütünü yapabilmek anlamında markalaşmak önemli. Ama marka üretim yapmamalı. Bizim gibi ulusal markalar için en önemlisi iyi bir partnerinizin olması lazım. Çünkü artık üretim ayağını siz yapmıyorsunuz. Rakiplerimiz ya mağazacılık yapıyor ya da üretim yapıyor. Sektör olarak hep bir arayış içerisindeyiz. Bugünün moda ürünleri Çin'den gelmiyor. Talebin büyük çoğunluğu bugünün moda ürünlerini istiyor. O zaman demek oluyor ki içeride hâlâ bir pazar var ve trend de böyle gidiyor. Bugünün ihtiyacı olan moda ürünleri talep eden nihai tüketicinin ihtiyacını karşılamak, iç pazardaki üreticilerle mümkün. Bunu bilmez ve iyi kullanamazsak, bu potansiyel başka ülkelere kayabilir.

Markalar üretimden çekilmeli

TOBB Hazır Giyim ve Konfeksiyon Sektör Meclisi Başkanı ve Domino Tekstil'in sahibi Umut Oran: Öncelikle niye Türkiye'den marka çıkmıyor, onun üzerinde durmak gerekiyor. Bu, Türkiye'nin imajıyla alakalı bir şey. Yani ister ülkenin imajı olsun, ister yöneticilerinizin imajı olsun bunu etkiliyor. Örneğin ılımlı İslam modeli dediğiniz zaman, bu model ile batıya bir dünya markası sunamazsınız. Ancak doğuya, belki Asya'ya sunabilirsiniz. Bu, ülkenizin sistemiyle ilgili. Yani ülkedeki sistemin eğitim, sağlık, hukuk, güvenlik konularında güven vermesi lazım. Bir markada ülkenin ekonomisi çok önemli. Yani kişi başına düşen milli geliri 3 bin dolar olan bir ülkenin, marka çıkarması mümkün değil. Bugün marka yaratan ülkelere baktığınız zaman, kişi başına düşen milli geliri en az 15-20 bin dolar olan ülkelerdir. O nedenle Doğu ve Ortadoğu'dan marka çıkmıyor. KOBİ'lerimize gelirsek: Bir kere biz Türkiye olarak üretimde bir dünya markasıyız. Hızımızla, fiyatımızla, kalitemizle, tasarımımızla, tedarik zincirini kontrolümüzle, gücümüzle, kapasitemizle bir dünya markasıyız. Bugün hazır giyimde Çin ve İtalya'dan sonra dünyanın en büyük üçüncü, Avrupa'nın ise ikinci ülkesiyiz. Türkiye'ye baktığımız zaman ise Türkiye'nin en büyük sanayii konumundayız. KOBİ'lerin 'ben marka olacağım' diye yola çıkmamaları lazım. KOBİ'ler işletmelerini geliştirerek aktif pazarlama yapmalıdırlar. KOBİ'ler öncelikle yaptıkları işin en iyisini yapmalı. Yine kaynak israfı olmaması bakımından da sanayici ya da ihracatçı olmuş bir KOBİ'nin, mutlaka iş ortaklığı yapması lazım. Yani ihracatta rüştünü ispatlamış olan bir KOBİ, o alandaki becerisini geliştirerek marka yaratmak yerine, Türkiye'de marka olmuş bir firma ile iş ortaklığı yapması gerekiyor. Bizde yanlış olan şey, her KOBİ'nin ben marka yaratacağım demesidir. Belli bir yere gelmiş olan her marka da ben üretici olacağım deyip fabrikalar kuruyor. Bana göre bundan sonraki süreçte markalar üretimden çekilip, tamamen tanıtımla, tasarımla, pazarlamayla, perakende ile ilgilenmeli.

KOBİ, kime üretim yapacağını belirlemeli

TGSD Genel Sekreteri Mehmet S. Kumbaracı: Türkiye'de üretim, 3 ana şekilde yapılıyor. Birincisi kendi markalarına üretim yapanlar, ikincisi başkasının markasına üretim yapanlar, üçüncüsü ise fason olarak üretim yapanlar. KOBİ'lerin öncelikle 'ben bunun neresindeyim' diye bakmaları lazım. Bir diğer nokta olan Çin tehdidi ise aslında KOBİ'ler için itici bir güç oldu. 'Yaşamımı nasıl sürdürmem lazım, nasıl para kazanmam lazım' sorusunu sormaya başladılar kendilerine. Bugün dışa açılma, küreselleşme yolunda ilerleyen sektör ve şirketler, her ülke sanayii için tehdit oluşturan Çin gerçeği karşısında ancak farklı, sıradışı ürünlerle dünya pazarlarında mal satabilme ve sürdürülebilir rekabet güçlerini koruma ve geliştirme şansına sahip olabilecekler. İlla bir dünya markası olmanız gerekmiyor. Bir başka markaya üretim yapsanız da yine bir marka bilinci içerisinde hareket etmeniz ve farklılık yaratmanız gerekiyor. Üretici grubu içerisinde KOBİ kendini tanımlamalı, alım grupları içerisinde nereye hitap edebileceğini, bundan sonra nasıl bir sıçrama yapabileceğini görebilmeli. Bunu da kendi başına mı yapabilir, yoksa bir grup çatısı altında mı, mutlaka belirlemeli. Bugün dünya çapında bir marka olmak için 500 ile 1 milyar dolar arasında bir yatırım gerekiyor. Böyle bir destek olmadan dünya markası

Hiç yorum yok: