24 Ocak 2008 Perşembe

Türkiye'de şık kadın yok moda kurbanları var


Koleksiyonlarında Afrika, Kızılderili, Eskimo, Tibet gibi medeniyetlerden beslenen Rıfat Özbek'in, yeni çalışmasında Picasso'nun Guernica'sından izler bulacaksınız.

Modacıları filozof, kendisini küreselleşme karşıtı hümanist olarak tanımlıyor. İnsanlar ve ırklar arasındaki kardeşliğe inandığını vurguluyor, en sevdiği ve koleksiyonlarında sıkça kullandığı renk bu yüzden barışın, temizlik ve saflığın rengi olan beyaz. Son olarak, Milano Moda Günleri kapsamında Pollini için hazırladığı yaz koleksiyonunu sergiledi. Şu günlerde Picasso'nun İspanyol iç savaşını anlatan ünlü eseri Guernica'daki renk ve temalardan esinlendiği bir koleksiyonun hazırlığı içinde. Evet, kimden bahsettiğimi anladınız sanırım. Güneşli bir aralık sabahında Bebek Divan’da dünyaca ünlü modacımız Rıfat Özbek’le buluştuk. 2.5 yıllık Bodrum Yalıkavak inzivasını Pollini’den gelen teklifle bitiren Rıfat Özbek, tüm sorularımı büyük bir içtenlikle yanıtladı. Türk modacılarla ilgili "Rıfat Özbek’in yanına bir de Hüseyin Çağlayan ismini koyarım. Üçüncü bir isim say deseniz, inanın

çok zorlanırım" diyen Özbek, modanın başkenti olarak da Londra'yı gösteriyor ve ekliyor "Türkiye’de şık giyinen kadın yok, 'fashion victims-moda kurbanları' var."

Sizce modacı, bir sanatçı mıdır? Soruyu şöyle açmak istiyorum: Van Gogh, Picasso gibi büyük sanatçılar resim yaparken ticari kaygı taşımazlar. Kendi iç dünyalarını, coşkularını, aşklarını, hüzünlerini tuvale aktarırlar. Tasarım yaparken 'Bu nasıl satar' kaygısı taşıyor musunuz, yoksa siz de Picasso gibi içinizdeki sese mi kulak veriyorsunuz?

Benim yaptığım her tasarımın bir felsefesi, bir hikâyesi var. Tasarımlarıma bütün naif duygularımı, Rıfat’ı Rıfat yapan bütün değerleri katıyorum. Bugüne kadar böyle oldu, bundan sonra da hep böyle olacak. Bu şekilde koleksiyonlarım daha samimi, naif ve katıksız oluyor. Modacı, tasarımlarına kendi kimliğini, hayata bakış açısını kattığı ölçüde başarılı olabilir. Dikkat edin bütün büyük modacıların ortak özelliği budur. Modacı bir anlamda filozoftur. "Bu koleksiyon satar mı", "Koleksiyonun satması için ne yapmalıyım" sorularını tabii ki sorarız. Ama eğer bu soru bir endişeye, korkuya dönüşürse özgün ve cesur tasarımlardan uzaklaşırız ve proaktif değil reaktif koleksiyonlar hazırlarız ki bu, büyük bir modacıya yakışmaz.

'Modacı bir anlamda filozoftur' dediniz. Siz nasıl bir filozofsunuz?

Küreselleşme karşıtıyım. Küreselleşmenin kişiler arasındaki gelir uçurumunu daha da derinleştirdiğini ve giderek sıkıcı ve birbirine benzeyen şehir ve insanlar yarattığını düşünüyorum. Yani maddi ve manevi olarak insanlığa faydası olmayan bir sisteme niye inanayım. Hümanistim. İnsanlar ve ırklar arasındaki kardeşliğe ve barışa inanırım.

En sevdiğiniz rengin beyaz olması ve koleksiyonlarınızda sıkça kullanmanız hümanist yönünüzün bir dışavurumu mu?

Kesinlikle. Bilinçaltımdaki beyaz, beyaz güvercini ve beyaz bayrağı temsil eder. Beyaz güvercin ve beyaz bayrak da barışı... Barıştır beyaz, saflık, temizlik, duruluktur. O yüzden beyazı çok sever ve koleksiyonlarımda da sıkça kullanırım. Yalnız bir sonraki koleksiyonumun ana teması savaş olacağı için kırmızıyı görürseniz şaşırmayın.

Barıştan savaşa, beyazdan kırmızıya.. Koleksiyonlarınızdaki temanın bu kadar kutuplaşmasının bir nedeni olmalı. Bu, bir protesto mu?

Evet. Ben 11 Eylül’den sonra ABD’ye hiç gitmedim. Bir modacı olarak 5 yıldır New York’a bile adım atmıyorum. Ne zaman şimdiki ABD yönetimi değişir ve ABD dünya jandarması rolüne soyunmaz ve giderek büründüğü polis devleti kimliğinden uzaklaşır, ben de o zaman ABD’ye giderim. Ekonomik çıkar uğruna yapılan savaşlarda bunca masum insanın ölmesini protesto etmek için bir sonraki koleksiyonumda kırmızıyı yoğun olarak kullanacağım. Bence bir modacının para kazanmak ve kazandırmanın ötesinde bir birey olarak da insanlığa karşı sorumlu bir duruşu olmalı.

Siz hep ezilenlerin yanında mısınız? Güç ve iktidarı elinde bulunduranlarla bir alıp veremediğiniz mi var? Medeni toplumların hor gördüğü, zaman zaman aşağıladığı kültürlerin motif ve renklerini kullanmanız bunun bir sonucu olabilir mi?

Benim çocukluğumdan itibaren hep isyankâr, sıra dışı, başkaldıran, asi bir tarafım olmuştur. Mahallede de okulda da bu, hep böyleydi. Sosyal ve iş yaşamımda da bu pek değişmedi. Daha güzeli, doğruyu bulmak için muhalefet edeceksiniz. Konformizm bana göre değil ve Allah’tan yaptığım iş buna uygun. Bu yapıma uygun olarak da Afrika, Kızılderili, Eskimo, Tibet, Katmandu, Hawai, Pasifik gibi medeniyetlerden besleniyorum koleksiyonlarımda. Etnik motifli kumaşlar kullanmak bana ayrı bir ilham veriyor. Bir anlamda tasarım yaparken kendimi ifade ediyorum ve bence bizim meslekte başarının formülü bu: Kendini ifade edebilmek.

Osmanlı kültürüne odaklandığınız koleksiyonunuzda ay yıldız motifleriyle ve Mevlevi şapkalarıyla yaptığınız çıkışın ardından Londra’da iki kez yılın tasarımcısı ödülünü aldığınızı düşününce bu söyledikleriniz daha bir anlam kazanıyor. 1950’lerin sonu ve 60’ların başının temiz hatlarını, Tibet ve Katmandu’nun geleneksel kıyafetlerine ait detayları, kumaşları, renk, desen ve işlemeleri ile hazırladığınız Pollini koleksiyonu çok ses getirmişti. Bir sonraki koleksiyonunuzla ilgili bilgi verebilir misiniz?

Sadece şunu söyleyebilirim. Picasso’nun ünlü Guernica tablosundaki renk ve temadan çok esinlendim. Tablodaki insanlığa yönelik katliamın vurucu izleri ve anlatımı bu koleksiyonumda hissedilecek.

2.5 yıl ara verdiğiniz moda dünyasına Pollini ile geri döndünüz. 2.5 yıl modadan ayrı kalmak uzun bir süre. Bu kadar ara verip moda arenasına geri dönmek ve başarısızlık ihtimali sizi endişelendirmedi mi?

Ben Yalıkavak’ta yaşarken de modadan hiç ayrı kalmadım ki. Hem literatürü takip ettim hem bana ilham verebilecek dünya güzeli çok sevdiğim bir yerde dostlarımla 2.5 yıl geçirdim. Yoğun çalışma temposundan hayatı ıskaladığım düşüncesini de bir ölçüde kafamdan atmış oldum. Sevdiğim işi yaparak hayatımı kazanmanın herkese nasip olmayan bir ayrıcalık olduğunu fark ettim. Çok sevdiğim için çok çalıştığımı, hiçbir zaman çok zengin olmak için çalışmadığımı anladım.

'Pollini'de başarısız olsaydınız ne yapacaktınız?

Bodrum’a dönüp güneşin batışını izleyecektim. Başka ne yapabilirdim ki...

17 yaşında İngiltere’ye mimarlık okumak için gittiniz ama modacı oldunuz. Bunu anlatır mısınız?

Liverpool’da mimarlık okuyordum, baktım bana göre değil, çok sıkıldım. Londra’da bulunan dünyaca ünlü St. Martins tasarım okuluna başvurdum. Çizimlerimi görmek istediler, çizimlerimi Liverpool-Londra treninde görüşmeye giderken son anda yaptım. Çizimlerimi çok beğendiler ve beni aynı gün okula kabul ettiler.

Siz de her Türk gibi her işinizi son ana bırakanlardan mısınız?

Yarışın her türlüsünü seviyorum, zamanla yarışmak da bana apayrı bir motivasyon veriyor. Her işimi son dakikada yaparım. Bu kadar yıl Londra’da yaşamama rağmen, Türklüğüme dair özelliklerimi kaybetmedim.

Türklük dediniz de aklıma geldi. Türk modacıları nasıl buluyorsunuz?

Rıfat Özbek’in yanına bir de Hüseyin Çağlayan ismini koyarım. Üçüncü bir isim say deseniz, inanın

çok zorlanırım.

Peki sizin çapınızda Türk modacılar niye çıkmıyor?

Nedenler çok... Bir kere ülkemizde yaratıcılığı özendiren değil, baltalayan bir ortam var. Bireyler kalıplar içerisine sokulduğu için bireysellik anlayışı pek gelişemiyor. Birey olarak tek başına var olamayanlar, başkalarına özeniyor, bu da yaratıcılığı öldürüyor ve esinlenme kisvesi altında taklitçiliğe yol açıyor. Halbuki Batı toplumlarında bireysellik ve aykırılık özendiriliyor, bu da yaratıcılığı destekliyor. Bir de bizdeki modacılar tasarımlarını yaptıkları markanın ciddi baskısı altında. Markalar istiyorlar ki daha ilk koleksiyonda tasarımcıların tasarımları onlara para kazandırsın. Batı’daki dev firmalara göre sermaye sorunu olan yerli marka sahipleri için esas öncelik orijinallik değil, bir an önce para kazanmak. Bu durum Türk modacıları taklitçiliğe özendiriyor maalesef. Oysa ki Batı’da size inanan güçlü markalar var. Düşünün ki yıllar önce bana inanan AEFF ancak altı sezon sonra kâra geçebilmişti. Bir Türk markası bu kadar sabırlı olamıyor maalesef.

Uluslararası çapta tanınan bir modacı olmanın koşulu vitrinde olmak. Bu vitrin İstanbul değil oysa ki. Modaya yön veren bir Londra, Paris, New York, Milano’da olmak zorundasınız. Ancak bu şekilde defileleriniz ses getirebilir ve modaya yön veren dergi ve televizyon kanallarında yer alabilirsiniz.

Modanın başkenti Londra mı, Paris mi, Milano mu, New York mu?

Kesinlikle Londra.

Dünyada tanınmış modacıların çoğu kadın giyimine yön veren modacılar. Moda demek kadın modası demek mi?

Erkek giyiminde bir modacının kendini ifade edebileceği alan çok sınırlı. Erkekler kadınlara nazaran çok silik ve renksiz giyiniyorlar. Aslında bu, doğanın kurallarına da aykırı. Yeryüzünde canlı türleri arasında kuş olsun, aslan olsun erkek her zaman dişisinden daha renkli ve gösterişlidir. 17. ve 18. yüzyıllarda erkek çok daha renkli giyinirdi.

Dönemsel olarak moda anlayışının değişmesini neye bağlıyorsunuz?

Moda anlayışı tarih ve sosyoloji ile iç içe geçmiş kavramlardır. Örneğin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra korseden kurtulan kadının rahat silueti ortaya çıktı. Savaş zamanında etekler, elbiseler dardı. Savaştan sonra birçok şey gibi etek ve elbiseler de bollaştı. Savaş kıtlığı zihniyetinden sıyrılan bireyler daha çok kumaş ve malzemeyle yapılmış giysiler giymeye başladı. İngiltere’de vatkalı ceketi kadınlar ne zaman yaygın olarak giymeye başladı, biliyor musunuz? Demir Lady Thatcher döneminde. Bu ceket, kadını daha kuvvetli, daha maskulin gösterdi. Vatkalı ceket, kadının gücü ve iktidarı demekti.

İstanbul ve Londra’da bir modacı en çok nerelerden esinlenir?

İstanbul’da İstiklal Caddesi, Londra’da Soho.

50’li, 60’lı ve 70’li yıllardaki moda anlayışı 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllara nazaran daha yenilikçi ve radikaldi diyebilir miyiz?

Koleksiyonlarımda 50’li ve 60’lı yıllardan esinleniyorum ancak 70’lerde de 20’li yıllardan esinlenildiğini unutmamak gerek.

Dünyada en şık giyinen kadın kim?

Kate Moss.

Türkiye’de?

Türkiye’de şık giyinen kadın yok, fashion victims (moda kurbanları) var. Türk kadınlarının kendilerine has bir tarzları yok. Kendilerine yakışsın yakışmasın, moda olan her şeyi alıp giyiyorlar. Birçok alanda olduğu gibi moda alanında da taklitçilik göze çarpıyor maalesef.

En beğendiğiniz iki modacı?

John Galiano ile Jean Paul Gaultier.

Hiç yorum yok: